Yazı: Olkan Özyurt
Atatürk’ün
meşhur sofralarıyla ilgili çok şey yazıldı. Fakat o sofraların arkasındaki
mutfakla ilgili bugüne kadar elde bir kaynak yoktu. Usta gazeteci ve yazar
Murat Bardakçı, Turkuvaz Kitap’tan çıkan Atatürk’ün Mutfağı kitabında o
mutfağın kapısını aralıyor. Son öğününden en sevdiği yemeğe, yapılan
alışverişlere, mutfak harcamalarının şahsi hesabından karşılanmasına kadar
bilinmeyenleri belgelere dayanarak anlatıyor.
Atatürk'ün sofrası
dillere destandır. Ve bu sofrayla ilgili bugüne kadar pek çok makale ve kitap
yazılmıştır. Fakat o sofralardaki yemekler, o yemeklerin piştiği mutfak
konusundaysa pek de bilgi sahibi olduğumuz söylenemez. Usta gazeteci ve yazar
Murat Bardakçı'nın Turkuvaz Kitap'tan çıkan Atatürk'ün Mutfağı kitabı tam da bu
konuya odaklanıyor. Yazdığı tarih kitaplarıyla ezber bozan duayen yazar
Bardakçı'nın Cumhurbaşkanlığı Arşivi'ndeki belgelere dayanarak kaleme aldığı
kitap, aslında farklı alanlarda bize çok şey anlatıyor. Mesela Atatürk'ün en
sevdiği yemek kuru fasulye olarak biliniyor. Ama kayıtlar bize bamyayı daha çok
sevdiğini ve sürekli yediğini gösteriyor. Ya da hep anlatılan "Enginarı
hiç yemedi" hikayesinin yalan olduğunu ortaya çıkarıyor. Sadece yediği
yemeklere ilişkin değil, o yemeklerin hazırlandığı mutfakla ilgili, belgelere
dayanarak derli toplu bir tablo sunuyor usta yazar. Mutfağın işleyişinden,
yapılan alışverişlerden, bu alışverişlerin nerelerden yapıldığından, mutfak
harcamalarının Atatürk'ün şahsi hesabından karşılandığından bahsediyor
ayrıntılı bir şekilde. Her türlü harcamanın kaydı özel bir dikkatle tutulmuş.
Bardakçı Atatürk'ün son öğünlerinin de kaydına ulaşmış. Ve bu sayede Atatürk'ün
son öğününü de öğreniyoruz...
“GRANDA'NIN
ANILARI GÜVENİLİR DEĞİL”
Atatürk'ün 12 yıl
boyunca sofracılığını yapan Cemal Granda'nın anıları Gazi'nin sofrayla
ilişkisine dair hep referans gösterilen kaynaklardan biridir. Murat Bardakçı,
kitabında "Bu anılar ne kadar doğrudur?" diye soruyor. Bardakçı
Granda'nın anılarının önce 1959'da Şehir Gazetesi'nde yayımlandığını, sonra bu anıların
1971'de Fer Yayınları'ndan 241 sayfalık Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri
adıyla kitaplaştırıldığını belirtiyor. Fakat iki yıl sonra Atatürk'ün Uşağı
adıyla tekrar kitap yayınlanırken sayfa sayısı artmış ve 432'ye
ulaşmış. Granda'nın hatıraları olduğu söylenen yayınlarda çok fazla montaj
yapıldığı yazan Murat Bardakçı, Granda'nın anılarına pek de güvenilmemesi
gerektiğini yazıyor kitabında.
“EN
SEVDİĞİ YEMEK KURU FASULYE DEĞİL BAMYAYDI”
Atatürk'ün en çok
sevdiği yemeğin kuru fasulye olduğu, bu konuyla ilgili yayınlarda geniş yer
tutar. Hemen hemen her gün kuru fasulye ve pilav yediği yazılır çizilir. Hatta
Haldun Derin de anılarında Atatürk'ün fasulye-pilav tiryakiliğinin yatılı okul
yıllarından kalma bir alışkanlık olduğunu anlatır. Murat Bardakçı kitabında,
Çankaya'daki mutfak kayıtlarında sofraya her akşam ana yemek olarak
çıkartılacak miktarda kuru fasulye alımı görünmediğini belirtiyor.
"Alkolün, özellikle de rakının eksik olmadığı bir sofrada kuru fasulye
gibi gaz yapan bir yemeğin devamlı bir şekilde yer alması ve içki ile beraber
her gün yenmesi pek olacak iş değildir" diye yazıyor. Çankaya'nın yiyecek
alışverişi evrakında mutfağa kuru fasulyeden daha fazla girdiği görülen bir
sebze mevcut: Bamya. Bardakçı "Hazmı düzene koyduğu, karaciğere ve
Atatürk'ün, çektiği böbrek rahatsızlığına iyi geldiği bilinen bamyanın yenmesi
daha mantıklı" diye yazıyor. Bamya taze alındığı gibi konservesi de
alınıyormuş. Hatta Atatürk, 25 Şubat 1935'te Ege Vapuru ile Marmaris'ten
İstanbul'a gelirken vapurda konserve bamya yediği için zehirlenmiş. Bu
zehirlenme telgrafla dönemin hükümetine bildirilmiş. Bardakçı, hükümetin nasıl
telaşlandığını da anlatıyor kitabında.
“ANKARA'DA
KENDİMİZİ SIKAR AÇIĞI KAPATIRIZ”
Atatürk'ün
şahsi hesabıyla Ağustos 1925'ten itibaren Hasan Rıza Soyak alakadar olmuş.
Hasan Rıza Bey hatıralarında "Atatürk'ün para ve mala karşı bir meyli
yoktu. Devletten aldığı maaş ve tahsisattan başka geliri yoktu"
diyor. Hasan Rıza Bey'in anılarında ilginç bir gözlem ve diyalog göze çarpıyor.
Murat Bardakçı bu bölümü kitabında paylaşıyor. Hasan Rıza Bey anılarında
"Bilhassa İstanbul'da bulunduğumuz aylarda elimize geçen maaş ve tahsisat,
masrafları karşılamaz olurdu. Borçlanırdık ve sıkıntıya düşerdik. Böyle
durumları kendisine izah etmeye çalıştığım zaman sözümü keser, gülümseyerek
'Peki, peki Ankara'da kendimizi biraz sıkar, açığı kapatmaya çalışırız' der
geçerdi. Filhakika, Ankara'da masraf daha az olduğundan birkaç ay içinde
vaziyet düzelirdi" yazıyor.
“SON
ÖĞÜN,BİR KALIP BUZ”
Atatürk'ün son
yemeğiyle ilgili kayıtlara da ulaşmış Murat Bardakçı. Atatürk'ün ölmeden önceki
son 40 gün içinde yedikleri kayıt altına alınmış. Bu kayıtlardan Atatürk'ün son
yemeğinde neler yediğini biliyoruz. Bardakçı "En son 8 Kasım 1938'de
sabahın erken saatlerinde sütlü kahve ve sütlü çay içmiş. 11.05'te yulaflı
poriç yemiş, öğlen süt, öğleden sonra çorba ve elma suyu verilmiş. Saat
18.35'te susuzluğunu gidermesi için ağzına küçük bir kalıp buz konmuştur. Bu
buzun ardından vefat ettiği ana kadar başka hiçbir gıda almayacaktır" yazıyor
kitabında
“ENGİNAR
YEMEDİĞİ DOĞRU DEĞİL”
Murat
Bardakçı Atatürk ile ilgili olarak anlatılan "Hiç enginar yemedi, hatta
ömrünün son günlerinde enginar yemek istedi ama bir türlü temin edilemedi"
şeklindeki anlatıyı da yine kayıt ve belgelere dayanarak yalanlıyor. Bardakçı
kitabında mutfak belgelerinde enginar alımı yapıldığına dair belgeler sunuyor.
Mesela Haziran 1926'da beheri 10 kuruştan 20 adet enginar alınıp 200 kuruş
ödenmiş. Bardakçı Atatürk'ün yine hastalığının ağırlaştığı günlerde 1 Ekim-8 Kasım
1938 tarihleri arasında beş defa enginar yediğinin kayıtlarda olduğunu
belirtiyor.
“1926'DAN
SONRA ETTEN BALIĞA GEÇİLDİ”
Murat Bardakçı
1926'nın sonlarına kadar Çankaya'ya koyun ve sığır eti alındığını ama sonraları
et alımının azalıp balık alımının arttığını kayıtlardan ortaya çıkarıyor.
Bardakçı "Atatürk'ün sofrasında sadece balık değil, siyah havyara, Japon
havyarına, balık yumurtasına ve taramaya varıncaya kadar bol deniz ürünü
mevcuttur" yazıyor. Kitaptan balık konusunda ayrım yapılmadığını, kılıç,
levrek, kalkan, kolyoz, barbunya, kefal, mercan ve çinekop gibi büyük yahut
küçük boyda her cins balık alındığını, balıkların da ızgara olarak
pişirildiğini öğreniyoruz. Havyarın ise genellikle siyahı tercih edilirken
zaman zaman kırmızısı da alınmış. İstanbul Balıkpazarı'ndaki seyyar midyeci
Ali'den, Dolmabahçe'ye midye sipariş edildiğini de yine kitaptan öğreniyoruz.
“MUTFAKTA
BİR KARMAŞA VARDI”
Samsun'a
çıktıktan sonra, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Paşa, önce
Ziraat Mektebi'nde sonra istasyondaki Direksiyon Binası'nda ikamet ediyor.
1921'in ilkbaharında Çankaya'daki köşkte yerleşiyor. Mutfakla da bir süre
Fikriye Hanım ilgileniyor. Mustafa Kemal Paşa'nın evlenmesiyle Latife Hanım bu
görevi üstleniyor. Latife Hanım köşkün eksiklerini gidermek için masa
takımları, mobilyalar, sofra malzemeleri aldırıyor. Mutfağı düzene sokmaya
gayret ediyor. Gazi ile Latife Hanım'ın boşanması sonrasında Bardakçı'ya göre
ev işlerini çekip çevirecek bir kadın ya da profesyonel bir kahya olmadığı için
Çankaya'nın ve Mustafa Kemal Paşa'nın kaldığı diğer bütün mekanların
mutfaklarında bir düzensizlik hakimdi. Bu düzensizlik alışverişlerde bir
karmaşaya neden olduğu gibi, kolayca pişirilecek basit yemekler ya da evde
hazırlanması gereken bazı yiyecekler de yıllar boyunca dışarıdan getirilmiş. Bu
düzensizlikle ilgili belgelere dayanarak pek çok örnek veriyor Bardakçı
kitabında. Bardakçı "Öyle ki, o devirde en sıradan evlerde bile hemen her
gün hazırlanan ve mutfaklarda her an mevcut olan salça, turşu, reçel, kurabiye
ve bazı tatlılar dışarıdan getiriliyordu. Aşçılar yoğurt yapmakla da
uğraşmıyordu (...) Alışverişler zaten bir alemdi. Mutfakta yahut kilerde düzgün
bir sistem olmadığı için, bittiği fark edilmeyen malzemeler lazım oldukları
takdirde dışarıdan hemen getirtilir ve aynı malzemenin günde iki-üç defa satın
alındığı olurdu" yazıyor.
“MUTFAK
HARCAMALARI, ŞAHSİ HESABINDAN KARŞILANIRDI”
Murat
Bardakçı'nın kitapta dikkat çektiği bir husus da harcamalarla ilgili.
Atatürk'ün kişisel harcamaları Cumhurbaşkanlığı bütçesinden değil, şahsi
hesabından karşılanmış. 1919 Aralık'ından itibaren özel kaleminin yemek
masraflarını kendisi vermiş. Çankaya'daki ve bulunduğu diğer mekanlardaki yemek
masrafları, misafirleriyle gittiği eğlence yerlerinin faturaları, Yalova ve
Florya gibi uzun müddet kaldığı yerlerde yapılan harcamaları her zaman kişisel
hesabından ödenmiş. Bardakçı kitapta Çankaya'nın Genel Sekreterliği, Özel
Kalem'in bu harcamaların yanlışlıkla resmi bütçeden karşılanmaması için azami
dikkat gösterdiğini belirtiyor. Atatürk'ün kendisi, mutfağı, dostları,
misafirleri, kız kardeşi veya manevi kızları için yaptığı bütün ödemeler
Çankaya'nın harcama kalemlerinde ayrıntılı bir şekilde kayıt altına alınmış. Bu
kayıtlarla ilgili kitapta belgeler de mevcut.